Uygarlık tarihi boyunca insanlar pek çok gelişme ile yüz yüze kalmışlardır. Bu gelişmeler insanoğluna gerek müspet ,gerekse menfi sonuçlar oluşturmuştur. İçinde bulunulan durum yeni olanaklara alan açmıyor görünüyorsa , kendimizi kızgın ve engellenmiş hissediyorsak , tüm çabalarımıza karşın insanlar hoşgörülü davranmayı reddediyorsa çatışmanın kıvılcımları körüklenmeye başlıyor denilebilir.
Şöyle bir günlük bir senaryo canlandıracak olursak;
Bir araba kırmızı ışıkta sakin sakin bekliyor, bir başka araba arkadan gelip vuruyor. İkinci bir arabanın sürücüsü içkili ve ehliyetsizdir. Suçlu kim ?
Yasalara göre sarhoş sürücü yüzde yüz hatalıdır. Bu durum sonucunda oluşan çatışma ve kargaşa durumunda kişiler kendilerini dinleyemeyen suçlayan tutumlar içerisine girmektedir. Fakat sorumluluk türünü kendimiz üstlenirsek kimseye zararın dokunmadığı ve hatta ve hatta bizi güçlendiren bir tutum içerisine olabileceğimizdir.
Durumu diğer açıdan ele aldığımızda suçluluk kavramını insanlara empoze edip üzerilerinde baskı kurduğumuzda ise önümüzde ki sessizlik duvarı birden kalkar ve insanlarla aramızda olan pozitif kaldıraç gücü yok olur.
Karşımızda da insanın suçluluk duymasını bekleyebiliriz, intikam isteyebiliriz ve bu bizi anlayışlı olma amacımızdan saptırabilir.
Bunun yanında yaşananlara sahne olma yaklaşımı bizi çarpışma başlayana kadar bir limanda bekleme fırsatı verir ve bu fırsat kendi yolumuzda yolculuk yapma fırsatı verse dahi dünyamızda ki risklerimize de sahip çıkmamızın da önünü kapayamaz.
Bir nehrin kıyısında otururken nehrin taşmasına kızabiliriz. Fakat bilmediğiniz bir spor dalında sportmence oynayıp kaybettiğinizde beceriksiz bir kişi durumuna düşersiniz ve bu da sizin sempati kazanmak için çıktığınız bu yol huzurunuzun bozulması ile sonlanmasına neden olur.
Hayatımızda olup biten her şeyden kendimizi sorumlu kılmak, ruhumuzu sağlam tutar ve yeni bir tercih için sizi özgür bırakır.

Sorumluluktur asıl özgürlük, sonunda ”Ben yaptım.” diyebilmektir.
Çatışma ortamını bir bina inşaatına benzetebiliriz!
Bir bina yapılırken önce arazi belirlenerek ıslah edilir. Sonra da temel kazılır. Temel kazıldıktan sonra da sıra demir-çelik konstrüksiyona gelir. Ardından da dış cephe örülür ve bina ortaya çıkar. Hemen hemen aynı olan bu işlemler nihai aşamada mimari özellikleri nedeniyle ortaya birbirinden farklı gözüken binalar çıkarabilir.
Doğal olarak iç özellikleri de birbirinden farklı olur.
Gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan çatışma ortamları da aslında binaların inşa süresi gibi hep aynı prosedürlerden geçiyorlar. Ama yine binalar gibi farklı görünüm sergileyebiliyorlar.Bu görünüm faklılıkları devlet otoriteleri arasında tartışmalara neden oluyor ve hatta çatışma ile oluşan krizlerin farklı olduklarını ileri sürebiliyorlar. (renklerin, dillerin, inanışların, insanların birbirinden farklı oldukları tutumları)
Ama asıl başarıya ulaşmalarını sağlayan ve doğru bir kargaşa ön görgüsü ile hareket eden ise çatışım dış görünümleri ya da ortaya çıktığı şekilleriyle uğraşan devlet otoriteleri ve kişiler çatışmanın ortaya çıkmasını sağlayan perde arkasındaki faktörler ile ilgileniyor ve vizyonları ile binanın temeline ulaşabiliyorlar.
Her şeyden önemlisi ekseni kayan, buzulları erimeye başlayan, zamanla çöplüğe dönen, nesilleri tükenen canlıların kaynaklarının hunharca kullanıldığı, yokluğun ve yoksulluğun arttığı, değişen iklim gölgesinde olan yok olan dünyamızı yeniden gençleştirecek her türlü başlatmak ve uygulamak mıdır? Yoksa halen daha bunların oluşma nedenleri konusunda oluşan tartışma ve çatışma ortamında sahne olma oyununa devam etmek midir?
Tartışılanlar gibi her başlangıcın bir sonu var elbette buna itirazım yok da bu son bizim bildiğimiz şekli ile mi gerçekleşecek dersiniz ?
- Vasıtalar mesafeleri azaltmışken zaman daralmaya başlayınca,
- Çölde her çeşit çiçek börtü böcek yetişmeye başlayınca,
- Güneş batıdan doğunca hatta doğurmaz denilen katır doğurunca,
- Herkes islama yönelmişken ,gerçekten inanan bulunmadığında ya da beyaz saray yerle bir olunca gibi bir çok dillendirme ile mi ?
- Kuran -ı kerim de yer alan surelerde ki bir çok ayette benzer söylemler yer alın dağlar yürütüldüğünde,
- Denizler kabardığında mı?
- Ya da Einstein’ın söylediği gibi her şey son bulduğunda 3. Dünya savaşında silahların olacağı fakat 4. Dünya savaşında taşlar ve sopalarla savaşmaya devam edeceğimizi bilir iken mi devam ediyoruz bu tartışmalara savaşlara.
Aslında biliyordu bütün tartışmaların biteceğini de söyleyemedi mi ? Ama elektriği bulmakta birçok denemenin sonucu değil miydi?
-Kendimizi denemek, çatışmak olgularla, dünyamızla…
Samuel Barber ‘ın Adagio for Strings in de alçak perdeden yavaş yavaş yürüyen telli çalgıları hep birlikte,sakin, uyumlu bir tavır sergilerken, kemanlar hep birlikte obuanın sesiyle kargaşa oluşturmasaydı, beğenmezlik edilemeyecek kadar güvenli bir çalış tarzı olmasaydı, hepsi yüksek perdeye birlikte çıkmasalardı yaylı çalgılar ‘’Ne kadar hoş!’’diyebilir miydik?
Aradaki birliği bozabilirdi ve ne için sadece
‘’Ben yaptım’’ diyebilmek için mi ? Yoksa sorumluluğu alıp özgürleşerek huzur ortamını oluşturmak için mi?
