Bazı anılarımız vardır hani hiç çıkmaz ya hafızalarımızdan işte öyle bir gündü aslında. Büyüdüğüm o yerde olmasam da ufak tefek flashback ler yaşadım Kadıköy sokaklarında; denizden gelen rüzgar ile daha da derinleşen, bir simit kokusu ile daha da içselleşen ve hiç bilmeden eski hikayelerin kafamda daha net canlanmasına yardımcı olacak bir sohbete gidiyormuşum oysa ki.
Günlerden 15 şubat 2018 Perşembe bir Kadıköy akşamı. Önce Kadıköy’ de bir kahve eşliğinde insan gözlemleri. Neden herkes bu kadar koşuyor, neden bu kadar mutlu , neden bu kadar mutsuz diye yüzlerine dikkatlice bakmak, neden sokaklarda insanlar bir kahve içerken karşısında ki insanla sohbet etmek varken hep telefonuna bakar serzenişleri , neden herkes bu kadar marka takıntılı, neden martılar doymadan simit yer, neden Beşiktaş vapuru bu kadar kalabalık, neden İstanbul’ a gelmiş bu İspanyol kızlar hiçbir yeri araştırmadan buraya gelmişler(yarım saat sohbet ettik ve zaten en güzelini yapmışlar çünkü ben onların telefonuna bir gidilecek yerler listesi yazdım ve akşam içerisinde bulunacağım sohbette de zaten bu listenin hiç gerekli olmayacağını da anlayacaktım.), neden benim de şurada bir fotoğrafım olmasın ki, neden gazetecilerden kimse gazete almıyor artık, neden vapurlarda kimse uykusuz okumuyor, neden neden neden neden…. Sordum da sordum…. Ama bu soruların hepsinin bir sonu olacağını bilmeliymişiz , anlayacakmışım.
Bir arkadaşım vasıtasıyla,ki kendisiyle güzel bir trecking esnasında tanıştık, Perşembe akşamı gittiğimiz bu söyleşi gün içerisinde oluşan flashbacklerimin nedenini açıklayacakmış oysa ki.
Etkinlik Kadıköy Gönüllüler Kahvesinde gerçekleşecekti.Daha önce gitmemiştim, Yeldeğirmenin de ufak bir kaybolma yaşadık ve sonunda tatlı insanların karşılaması ile sevimli, gönüllülük hizmetlerinin olduğu bir mekanı girdik.( Mutlaka uğrayın ve etkinliklerine katılın derim.) Gezgin söyleşileri olarak oluşturulan bu etkinliğin konuşmacısı Didem Mollaoğlu idi. Kendisini instagram hesabı üzerinden daha yeni takip etmeye başlamıştım. Birçok gezgin sayfası takip etmeme karşın hiç fark etmemiştim. Kendisi diyorum ki sonra Didemciğim olacak, 16 ay zarfında 15 ülke gezmiş yolculuğunda yaşadıklarını ders niteliğinde bize anlatmak için oradaydı.

Kısaca kendisinden bahsetmek istiyorum. 15 yıl İstanbul’da Halkla İlişkiler sektöründe beyaz yakalı olarak çalışmış. Pek çoğumuz için felaket niteliğinde olan senaryolar yaşamış ve bu olaylar onun hayallerini gerçekleştirmesine vesile olmuş. 6 yıl çalıştığı işinden çıkarılmş ve sonra da ani bir karar ile ,hatta evine uygun güzel ahşap bir masa dahi yaptırmışken, evi satışa çıkmış. Veee yolculuk başlamıştır. Kolay olmamış kendisi için bu evreyi aşmak.
Hepimizin de bir konfor alanı olan evimiz onunda en önemli sığınağıymış. Minnoş kedisini arkadaşına emanet etmiş ve hiçbir program dahi yapmadan tek yön bir bilet alıp Nepal’ e doğru yola çıkmış ve sonrası instagram hesabında harika fotoğraflar eşliğinde karşımıza çıkıyor.
( @didemmollaoglu hesabından ulabilirsiniz.)
Şimdi…. Olay tam olarak böyle başlamamıştı yazının başına bir dönelim hani flashback ler vardı yaaa, hani büyüdüğüm yeri özlemiştim ya…
Sunuma başladığı anda bir yer ismi belirdi perde de Kdz. Ereğli … Aaaa.. aynı yerlerde büyümüşüz, aynı okulda okumuşuz kendisiyle. Şimdi büyük şehirlerde okuyanlar belki çok anlamaz bu duyguyu, belki bizim gibi artık biraz eski nesil mi olduk ne ondan böyle hissediyoruz biraz da. Bir mutlu oldum. Bizim Ereylülüler de vardır bu, nerede olursak olalım bizden birini görünce mutlu oluruz. (Bizlerde vardır ya hani hemşehrilik muhabbeti Ereğli’ de büyüyenler de biraz daha değişik bu durum. Biz orada büyümüşüzdür ama hepimiz Türkiye’ nin farklı yerlerindenizdir aslında.Ama o kadar sıcak bir ortamda yetişmişizdir ki, aile sohbetleri, selamlaşmalar, güzel öğretmenler, güzel bir deniz, hafif esen rüzgarda ki çınar ağacının sesi, uzun sahil yürüyüşleri… ve birçoğu ) Ben tabi hemen ne yaptım elimi kaldırdım ben de Ereğliliyim dedim. Ben de orada büyüdüm. Nerede orada nerede burada…

Bir de gördüm ki canım öğretmenlerimizden Gülsüm Kılıçcıoğlu hocamız da orada. Nasıl sevindim. Zaten uzun zamandır Ereğli’ye gidememiş öğretmenlerimi ziyaret edememiştim. Kendisinin benim için ayrı bir yeri de vardır. Haylaz dönemlerimde söylediği birkaç cümle ile kafamda oluşan yeni düşünceler sayesinde fikirlerimi farklılaştırmıştır. Kendisinin ve nezdinde tüm öğretmenlerimin ellerinden öperim. Bizleri harika bireyler olarak yetiştirdikleri için.
Evet… Bu sadece girişti. Şimdi gelelim Didem Mollaoğlu’nun yaptığı harika gelişmeye. Çok güzel bir sunum eşliğinde yaptı söyleşisini. Bir gezgin ruhu ile yaptı aslında. Yolculuğu süresinde idrak artışlarıyla daha da çok hissettiği acıları, yaptığı kazaları fakat hiç vazgeçmeyişini, gezgin olmanın günümüzde bazı kişilerin söylediği gibi sadece güllük gülistanlık olmadığını, zor şartlarının da olduğunu, Dünya’nın nasıl da ezberleri bozan bir yer olduğunu, hayatın altını üstüne getirdiğinizde karşınıza ne çıkacağını bilemeyeceğinizi, insanın üst limitinin gökyüzü gibi sonsuz olduğunu, hep daha iyisini yapmanın sonsuzluğunu ve dahası. Aslında bir gezgin hikayesinden çok yaşadığı bir aydınlanma sürecini paylaştı bizimle. Zaten birazda onun için çıkmaz mıyız yolculuklara ya da zaten şuan tam bir yolculuğun içinde değil miyiz?

Şimdi size kendisiniz bize aktardığı ufak ama yorucu bir o kadar da eğitici bir hikayesinden bahsedeceğim. Ko Pha Hgan , Thailand yolculuğunda 8 gün süren bir vipassanayi ( inziva) sürecinden bahsetti bizlere. ‘İyi ki kafayı yemedim’ dediği bir süreç olmuş. Süreç tamamlandık sonra normal yaşama adapte olmasının biraz zor olduğunu belirtti. ‘’Sabah 4 te kalkıyorsunuz ve inzivaya , meditasyona oturuyorsunuz. Akşam 9 a kadar meditasyon yapılıyor. Bu süre boyunca telefon yasak, konuşmak yasak, göz teması yasak, okumak ve yazmak yasak, ayna yok.’’
İnziva sürecinde öğretilen derslerden bir tanesi mutluluk üzerine konular içeriyormuş. Ve bence gerçekten dinlemekte fayda var. Benim hayatta ki motto cümlemi çöpe attırdı.
‘’Sistem bize sürekli mutlu olmamız gerektiğini pompalıyor. Biz zannediyoruz ki mutsuzluk kötü bir şey mutsuzken depresyondasın. Mutsuzken sizi alışverişe gönderiyor, psikoloğa gönderiyor. Mutsuzluğunuzu yaşamıyorsunuz. Halbuki mutsuzlukta mutluluk gibi geçici bir duygu. İkisi de kalıcı değil. Bir kung fu hocası şunu söyledi: ‘’Karşı taraf size saldırır ve siz dengenizi kaybedersiniz. Çünkü bulunduğunuz yerden vazgeçemezsiniz. Halbuki iki adım geriye giderseniz ne size o yumruk gelecek ne de dengenizi kaybedersiniz. Fırtına da ki esnek ağaçlar gibi ayakta kalabilceksiniz.’’
Mutlulukla mutsuzluk arasında ki mesafesizlikten başka hiçbir şey değildir oysaki.
Ve daha birçok hikaye…
Kendisi ile yakın zamanda Kdz. Ereğli’ ye okulumuzda gideceğiz inşallah. Bir kez daha tanıştığıma çok memnun oldum Didemcim. Ve tabi tatlı mı tatlı annen Havva Teyze ile de, ellerinden öpüyorum canım benim.
Okuyanlarda teşekkür ederim biraz uzun oldu ama ne yapalım çok güzel bir günü ve güzel yürekli insanlarla ilgili bir şeyler karalamaya çalıştım. İçimizde ki çocuk hâlâ var , bir kalem ve bir kağıtla hâlâ mutlu olabileceğimize inanıyoruz( bu ne kadar şimdilerde klavyenin tuşları olsa da olsun yoksa sizlere nasıl ulaşacaktı. )
Şimdi sunum içerinde olan birkaç güzel cümle ile sonlandıracağım yazımı ve
Önce kendinizi sevmeyi öğrenin !!
‘’ Ama gözler kördür. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçeği görebilir. ‘’ Küçük Prens
‘’Sonu mutluluğa varan bir yol yoktur. Yol mutluluğun kendisidir.’’ Buddha
‘’Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olacağını.’’ Şems-i Tebrizi
‘’Sadece doğru zamanda doğru yerde olmak ya da doğru zamanda yapmak gibi bir şans vardır. İkiside insanın başına sadece, kalbini hırstan ve planlardan arındırdığı zaman gelir.’’ Gregory David Roberts
